Tıpkı Bermuda şeytan üçgeninde olduğu gibi içinde kaybolabileceğiniz üç güzellik… “Bir insanı sevmekle başlar” her güzel şey…Sevmekle yücelir insan yüreği…Bir avuç deniz mavisidir belki mutluluk ama uçsuz,bucaksız okyanuslar kadar büyük sevgilerin rengidir o …
26 Mart 2010 Cuma
Evlilik ve İlişki Terapisi Nedir?
Eş, sevgili, hayat arkadaşı, aile ve evlilik gibi kavramlar hayatımızdaki en önemli destek kaynaklarındandır. Bununla birlikte bu destek kaynakları bazı zamanlarda bize hoşlanmadığımız duygular, çaresizlik ve çözümsüzlük hisleri de yaşatabilmektedir
Her evlilik veya ilişki dönem dönem, çözümsüz olduğu düşünülen sorunlar, içinden çıkılmaz ve tıkanmış ilişkiler yaşadıkları zorlu evrelerden geçer.
Evlilik ve ilişki terapisinde bozuk, yürümeyen veya tıkanan ilişkileri anlamaya çalışma, bunların altında yatan dinamikleri çözümleme ve anlamlandırma, sorunlara farklı bir perspektiften bakabilme ve farklı çözüm yolları bulabilme hedeflenir.
Çift evli ve sorun yalnızca karı-koca arasında ise yapılan bu çalışmalara evlilik terapisi, evli olmayan bir çiftle olan çalışmalara da ilişki terapisi, diyoruz.
Terapi esnasında taraflar kendi bakış açılarını ortaya koyarlarken danışman, üyelerden her birinin;
· Diğerinin bakış açısını da görmesine ve anlamasına,
· Soruna yönelik olarak konuşmasına,
· Diğerine karşı duygu ve düşüncelerini daha açık bir dille ifade etmesine,
· Diğerini olduğu gibi kabul etmesine,
· Diğerine karşı incitici davranışlarda bulunmamasına,
· Diğerinden beklentilerini açıkça ifade etmesine yardımcı olur.
YARDIM ALINMASI GEREKEN DURUMLAR
Çoğu zaman tozpembe hayallerle başlayan bazı coşkun denizler gibi heyecanlı, bazı durgun sular gibi dingin ve huzurlu ilişkiniz gün gelir canlı bir bitki gibi solmaya yüz tutar belki biraz su, toprağının havalanması ve ya az biraz vitamin ve güneş ışığıyla onu hayata yeniden ve daha güçlü döndürebilecekken… Neden yılların emeğini, yaşamımızı anlamlı kılan bu en güzel şeyi bakımsız bırakıp solduralım…
EĞER…
İletişim sorunları hat safhaya ulaşmışsa
· Başta çocuklar olmak üzere tüm aile bireylerini etkiliyorsa
· "Beni sen hiç anlamıyorsun. "
· "Ben kendimi sana anlatamıyorum.
· "Sen önceden böyle değildin, çok değiştin. "
· "Sen hep böylesin. "
· "Hiç değişmeyeceksin"
· "Artık senin bu kadar duyarsız olmana dayanamıyorum" gibi ifadeler sık kullanılmaya başlanmışsa
· Cinsel işlev bozuklukları oluşmaya başlamışsa
· Sadakatsizlik yaşanmışsa
· Aile içi şiddet yaşanmışsa bir evlilik ve ilişki terapisi almanın vakti gelmiş demektir…
EVLİLİK VE İLİŞKİLERİN BOZULMASININ NEDENLERİ
· İletişim eksikliği
· İlgi eksikliğine bağlı duygusal tatminsizlik
· Akraba ilişkilerinde var olan problemler
· Kaynana sorunları
· Maddi konularda var olan anlaşmazlıklar
· Çocuklarla ilgili fikir ayrılıkları ve çatışmalar
· Güven duygusunun zedelenmesi
· Sadakatsizlik
· Şiddet
· Madde kullanımı ve bağımlılığı
· Erken boşalma, cinsel isteksizlik gibi cinsel işlev bozuklukları
Evliliğiniz ve İlişkiniz İçin Öneriler
· Yargılayıcı ve suçlayıcı olmayın
· İletişime ve karşılıklı anlayışa önem verin
· Sevgi, saygı ve güven bağını kurun
· Cinsel hayatınızı renklendirin
· Eşinizi değil, kendinizi değiştirin
· Eşinizin egosunu okşamayı ihmal etmeyin
· Rolleri ve sorumlulukları paylaşın
· Kıyaslamayın
· Emir cümlesi kullanmayın…
CİNSEL HAYATINIZI GÖZDEN GEÇİRİN…
Bir ilişkiyi ayakta tutan en önemli faktörlerden biride cinselliktir, tekdüze giden cinsel hayatınızı renklendirmek sizin elinizde. Bunun için farklı şeyler denemelisiniz. Nasıl mı, işte size hem partnerinizi hem de sizi mutlu edecek öneriler...
· Beklenmeyeni yapın: İlişkinizdeki monotonluğu ortadan kaldıracak tek şey şaşırtıcı bir şeyler yapmaktır. Küçük sürprizler, şaşırtıcı dokunuşlar...
· Romantizmi arttırın: Sevgilinizle birlikte güzel bir gece geçirmeyi planları yaparken bazı detayları da sakın ihmal etmeyin. Yakılan birkaç mum, odaya yayılan hoş bir koku ve hafifçe çalan romantik bir müzik romantizmin doruğa ulaşmasında en büyük yardımcılarınız olacak.
· Rahat ama seksi giyinin: Kendinizi seksi hissetmeniz için öncelikle rahat olmanız gerekli. Eğer vücudunuzun herhangi bir bölümüyle ilgili rahatsızlık duyuyorsanız uygun iç çamaşırlarıyla bu kusuru kolaylıkla saklayabilirsiniz. Güven afrodizyak gibidir ve yatak odasında ne kadar iyi görünürseniz o kadar güzel bir gece geçirirsiniz.
· Partnerinizin ne istediğini düşünün: Seks hayatınızda yeni bir adım atmak istiyorsanız partnerinizi memnun etmek için zaman harcayın. İlişki sırasında kulağına hoş şeyler fısıldayın.
· Sadece kendi isteklerinize yoğunlaşın: Onlara ne istediğinizi söyleyin. İster inanın ister inanmayın ama erkekler sizi neyin harekete geçirdiğini bilmek ister. Hatta buna önem verirler. Sizi memnun etmekten gurur duyarlar. Asıl önemli olanın ikinizin de mutlu olması gerektiğini unutmayın ve bunun için çaba sarf edin.
· Yeni bir yer deneyin: Mekân değişikliği yaparak seks hayatınıza biraz yenilik ve heyecan katabilirsiniz. Bir otel odası kiralayın, başka bir odayı deneyin ya da hiç akla gelmeyecek yerler seçin... Unutmayın seçeneklerin sonu yoktur.
"Aşk" Reçetesi :)
"Aşk doğa eczanesinde nasıl elde edilir?" diye hiç düşündünüz mü?
Birileri düşünmüş olmalı ki aşkın reçetesi hazırlandı... Dozunu tutturmaksa
size kaldı...
İlacın Adı: Aşk
Familya: Sevdaca
Bitki Adı: Aşkus Tadarus
Elde Edilişi: Aşkı elde etmek için türlü yöntemler vardır. Birinci yöntem için ilkel maddeler,para,bir çift söz ve bir çift kesici gözdür. Fakat bu yöntem pahalı olduğu için, endüstride başka yollarla elde edilir. Özellikle orta insanlar arasında aşk, parasız-pulsuz, belirli bir süre “gözleme” yardımı ile elde edilir. Bu şekilde elde edilen aşk saf değildir. Çeşitli randevularla kristalleştirilir ve daha sonra saf olarak elde edilir.
Fiziki Özellikleri: Pembe renkli kristallerden olusur. Kalpte yerleşir. Keskin lezzetlidir. Özellikle iç organlarda hissedilir. İlk resmi tanımı Adem ile Havva tarafından yapılmış, sonra insanlar tarafından geliştirilmiştir.
Kimyasal Özellikleri: Kaba sözlerden alınır. Formülü hemen değişir. Aslında aşk dayanıklı bir madde değildir. Parasızlık, sefillik, yalancılıkla “geçimsiz” bir ilaçtır.
Saflık Muayenesi: Aşkın ne ölçüde “saf” olduğunu anlamak için ihanet, aldatma, matrak geçmeyle ne ölçüde dayanıklı olduğu anlaşılır.
Miktar Tayini: Aşk enjekte edilmiş ve hassas tartılmış bir insan, bir haftada kilo kaybederse bu uluslararası ölçülere göre en az Romeo-Juliet, Türk ölçülerine göre Leyla Mecnun aşkına eşittir.
Kullanışı: Nişan ve nikahta az dozlarla alınmalı, fazla miktarı, magandalardan para kopartmada kullanIılır. Aşk çeşitli biçimlerde görülebilir. Bilim aşkı, sanat aşkı, doğa aşkı gibi..
Teşhisi: Kalp çarpıntısı. Uçma hissi, gözlerde kararma, sevdiğinden başkasını görememe şeklinde özel bir körlük. Mantık kaybı. Uykusuzluk, iştahsızlık, terleme..
Kullanışı: Kalbi hızlandırmak için, alçak dozda.Sinir sistemini uyarmak için yüksek dozda. Moral ve cesaret verici neşelendirici. Ancak belli dozu yoktur. Hiç alınmazsa kişide kompleks yaratır.Yüksek dozda öldürücü, alçak dozda guldurucu etkisi vardIr.
İlacın Reklamı İçin Uygun Slogan: Karanfilim ez beni, çift kanatlı tülbentten süz beni, sen kalem ol ben divit, reçeteye yaz beni…
Erkeğin Kadından Farkı
Anlatmak istediğimiz biz duygularımızı ne kadar açık anlatırsak anlatalım erkekler bu duyguları anlamakta zorluk çekerler. Siz onun yüzünden karşısında hıçkırıklara boğulurken, o size "niye ağlıyorsun" diye sorar. Bu küçük bir örnek olsa da tüm kadınların yaşadığı bir örnektir.
Erkekler ilişkide daha birçok şeyi sizden farklı düşünür. Aşk hakkında sizden farklı düşünür? Mesela neleri mi farklı düşünür? Erkeklerin gözünden aşk şöyledir:
Özel günlerin hiçbir önemi yok!
Erkekler genelde aşkta küçük ayrıntılar üzerinde durmazlar. Örneğin yıl dönümlerinizi, doğum gününüzü unutabilirler. Ancak bu onlar için çok büyük bir sorun değildir. Hatta çoğu kez özel gün kavramının ne olduğunu bile hatırlamazlar. Çünkü bu gibi şeyler onlara göre küçük detaylardır. Kötü niyetle değil ama kendilerince hayatta önem verdikleri başka şeyler olduğundan çok da fazla tarihlere takılıp kalmazlar. Bu nedenle sevgiliniz sizin ile ilgili özel bir günü unuttuğunda hemen bozulup üzülmek yerine, kibarca uyarın ve asla bunu sizi sevmediği için yaptığını düşünmeyin.
Onu arayıp aramamanız çok da önemli değildir!
Kadınlar sevgilileri tarafından aranmayı ve ilgilenilmeyi çok sever. Oysa telefon etmek erkekler için çok de gerekli bir durum değildir. Sevgilisini gün içinde mutlaka araması gerektiğini düşünmez. Hatta eğer bu konuda ona biraz sitemli davranırsanız, neden böyle davrandığınızı ve bir telefon görüşmesine neden bu kadar önem verdiğinizi anlayamaz.
Biten bir ilişki arkasından ağlanmaz
Erkekler bazı durumları kadınlara göre daha kolay kabullenebilir. Ayrılık onlar için kabullenilmesi gereken bir gerçektir. Eğer ilişki bitmişse, ayrılmak gerekiyorsa yapılacak bir şey yoktur. Tabii bu tamamen onların üzülmediği anlamına gelmez. Çoğu zaman üzüntülerini dışa vurmamayı, duygularını karşısındakine aktarmamayı tercih ederler. Böyle zamanlarda mantıklı düşünceyi ön plana çıkarırlar. Onlar için bir ilişki bittiyse bitmiştir, üzülse bile bunun fayda sağlamayacağını düşünür.
Şağlıklı İlişki Nasıl Olmalı ..
1.Sadık olun. Sağlıklı ve mutluluk verici bir ilişkinin temeli bağlılığa dayanır. Yakınlaşmaktan korktuğunuz için sevdiğinizden uzaklaşmak isteseniz de, sadakat sayesinde ona bağlı kalırsınız. Sadakat, sorumluluk almak, korkuları kontrol etmek ve duygusal olarak hazır olmak demektir. Eğer iki taraf da gereken sadakati gösterirse, sağlıklı bir ilişki için ilk adım atılmış olacaktır.
2. Kişisel sorumluluklar alın: İnsan, olgunlaştıkça kendi sorumluluklarını öğrenir ve bu sorumluluklar çerçevesinde hareket eder. Ancak bazı sorumluluklar vardır ki, bunlar başkasına karşıdır. Partnerinizi olduğu gibi kabul edin. Bu ilişkinin sadece sizin değil, ikinizin duygusal ihtiyaçlarını karşılamak için olduğunu unutmayın.
3. Kendinize iyi bakın. Hiç kimsenin sizin mutluluğunuzu ‘sağlamasını’ beklemeyin. Eğer kendinize iyi bakar, ihtiyaçlarını karşılarsanız, ilişkinizin daha dengeli olmasını sağlarsınız. Partneriniz için her şeyi siz yapmayın. Unutmayın ki, onun ‘kendisine’ iyi bakmayı öğrenmesi gerekiyor
4. Dürüst olun. Kafanızı karıştıran, sizi üzen konuları, ihtiyaçlarınızı, isteklerinizi, duygularınızı ve sınırlarınızı dürüstçe ve açık olarak ifade edin. Doğruları söyleyip söylememe çelişkisine düşmeyin. Doğruları, ilişkinizi zedelemeyecek biçimde söylemeye dikkat ederseniz, mutlu olursunuz.
5. Kendinize düşen görevi yapın. Sağlıklı ve mutluluk verici bir ilişki çaba gerektirir. Elinizden geldiği kadar ‘canlı’ yaşamaya çalışın, duygusal sorunlarınıza çözüm arayın, herşeyi yönetmeye çalışmayın, geçmişinizdeki sorunlarla yüzleşin ve korkularınızı yenin. Böylece ‘sağlıklı bir ilişki’ için kapasitenizi arttırmış olacaksınız!
Aşkla Sevginin Farkı Böyle Anlaşılır
Hoşlanmadan anlaşılan şey, tarafların algılamalarındaki benzerlikten kaynaklanıyor. İnsan hoşlandığı kişi hakkında olumlu değerlendirmelerde bulunuyor ve hoşlanan iki insan arasında karşılıklı güven gelişiyor. Genellikle aşk, hoşlanma, sevgi ile karıştırılıyor.
"Aşk, sevginin tutkulu ve derin biçimidir. Aşkın en önemli özellikleri; sadakat, bağlılık ve şefkattir. Bu üç hususiyet, aşk ile sevgi arasındaki farkı gösterir. Aşık olan kişide önceliği duygular almış ve muhakeme ikinci plâna düşmüştür. İhtirasla seven kişilere 'delicesine âşık' denilmesinin sebebi de budur. Aşık, sevdiği için kendi çıkarını terk eden kişidir.
ŞEFKAT DE VAR
Aşkta hoşlanma ve sevgide yaşanandan farklı olarak şefkat vardır. Genel olarak aynı doğru üzerinde bulunduğu düşünülse de sevgi ile şefkat birbirinden ayrı şeylerdir. Bir insanın aşık olup olmadığı onun şefkatine bakarak anlaşılabilir. Ayrıca şefkat, karşılık beklemez ve şarta bağlı değildir. Şefkat hisseden kişi aşık olduğu insanı ne pahasına olursa olsun mesut etmek ister.
TANIMLA YAŞA
Aşık, 'Onu mutlu etmeliyim' düşüncesiyle hareket eden, sevdiğine karşı her türlü fedakarlığa hazır insandır. Hakiki aşk, tanımlanarak yaşanan aşktır. Aşk, samimiyet ve içtenlik taşıyan bir histir. Aşık, 'sevdiğime bütün sırlarımı anlatabilirim ve o hayatımdaki en özel kişidir' diye düşünür. Ayrıca aşkta mantığın ikinci plânda olduğu, tutkunun yaşandığı bir boyut vardır."
HOŞLANMA MI BAĞLILIK MI?
Tarhan'a göre aşk ile bağlılık arasında da yakın bir ilişkiden sözedilebilir fakat her aşk bağlılık, her bağlılık da aşk demek değil. Bazı insanlar birbirlerine bağlı olduklarını zannetseler de onları bir arada tutan, ortak menfaatleri. "Çıkar ortadan kalktığında sevgi ve aşkta uçar" diyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan şu açıklamaları yapıyor " Menfaat özellikle mecazî sevgilerde görülür. Meselâ, bir insanı fizikî güzelliği için seven kimse, güzellik ortadan kalkınca sevmekten vazgeçer. Oysa gerçek aşkta karşıdaki insanın kimliğini sevme duygusu hâkimdir. Bir kimse sevdiği kimse için 'onunla beraber olmadığımda mutlu değilim' diye düşünüyorsa bu aşktan kaynaklanan bağlılıktır".
SEVGİNİN GENETİĞİ
Tarhan "Sevgi genetik bir eğilimdir. Beynimizde duygulardan sorumlu alan zenginleştikçe bu his de gelişip, aşka dönüşür" diyor ve ekliyor "Kadını erkeğe, erkeği kadına yönlendiren bu meyil yani aşk olmazsa, iki cins birbirine katlanması gerektiği zaman bunu yapamaz. Aşkta ideal olan sadakate dayalı, sevgi, saygı ve güven bağlarıyla sarmalanmış bir ilişkidir. Bu ilişkinin iyi olduğu kadar fırtınalı ve zor geçen günleri de olacaktır. Ancak sevginin gücü bu zorlukları aşmaya yeter"
YAŞADIĞINIZ HANGİSİ?
HOŞLANMANIN GÖSTERGELERİ
Bence o ileri derecede olgun bir insan.
Onun kararlarına güveniyorum.
O çok zeki bir insan.
O, onun gibi olmak istediğim bir insan.
Herkes tarafından beğenilen bir kişi.
Birbirimize benzediğimize inanıyorum.
AŞKIN GÖSTERGELERİ
Hatalarını kolaylıkla görmezden geliyorum.
Onun için her şeyi yaparım.
Yalnızken ilk işim onu düşünmek oluyor.
Onun iyiliği, benim önceliklerimden birisi.
Kendimi onun iyi olmasından sorumlu tutuyorum.
Onsuz olmak benim için çok zor.
PATOLOJİK AŞKIIN GÖSTERGELERİ
Eğer beni bırakırsa hiç umudum kalmaz.
Bazen düşüncelerimi kontrol edemiyorum, saplantılı bir şekilde onu düşünüyorum.
Onun hakkında her şeyi bilmek istiyorum.
Onu ruhen, bedenen, zihnen istiyorum.
Bana dokunduğu zaman bedenimin yanıt verdiğini hissediyorum.
Benim düşüncelerimi, korkularımı, umutlarımı bilmesini istiyorum.
Duygu Nedir ?..
Kimi zaman sevinç, kimi zaman da korku içeren duygu nedir, nasıl hissediyoruz, neler yaşıyoruz. İşte cevabı.
Duygu... Ne çok kafa yormuşuzdur her birimiz; karşımıza çıkana, karşımızdakine ya da karşımıza çıkması muhtemel olana dair ne hissettiğimize... Kimi zaman sevinç, kimi zaman da korku koymuşuzdur adını. Hatta bazen adını da koyamamışızdır ne hissettiğimizin. Ya ne hissettiğimizi anlayamamış ya da kendimize dahi açıklayabilmekten aciz kalmışızdır. Ne olursa olsun hissettiğimizin ortak adı olmuştur duygu.
Duygu, beynimizde oluşan ancak yüreğimizde hissettiğimizdir: doğumdan ölüme...
Öyle an gelir ki; sevdiğimizden korkarız. Sevdiğimizi bekleriz uzak yoldan umutla, coşkuyla. Kara haberinden korkarız görene kadar. Sevgi, korku sevinç karışır birbirine. Karışır kafamız karışır içimiz.
Öyle olur ki; umudumuzdan korkarız. Çalışırız kazanmak için bin bir türlü umutla ama kaybetmekten korkarız. Karışır kafamız karışır bildiklerimiz.
Bazen de korktuğumuzu isteriz. Severiz, beğeniriz, arzu eder isteriz tutkuyla. Korkarız ama elde edince ne olacağından. Aşık oluruz kırmaktan korkarız. Giderek kararsızlaşır, güvensizleşir kaybetmekten korkarız. Hata yapmaktan çekiniriz. Derken hata yapar korktuğumuz her şeyle bir anda yüzleşiveririz. Üzülürüz.
Bazen de tersi olur korkmadan fütursuzca arzularız. Üzerine çullanır boğarak almaya kalkarız. İstediğimiz kaçtıkça kovalar daha da hırslanırız. Sonra da hayal kırıklığı. Üzülürüz.
Fransız düşünür Bernard Show diyor ki; İki tür hayal kırıklığı vardır. Biri istediğini elde edememenin yarattığı diğeri istediğini elde ettiğinde yaşadığın... İkincisinin kimsenin başına gelmesini arzu etmem.
Duygu... Ne çok kafa yormuşuzdur her birimiz; karşımıza çıkana, karşımızdakine ya da karşımıza çıkması muhtemel olana dair ne hissettiğimize... Kimi zaman sevinç, kimi zaman da korku koymuşuzdur adını. Hatta bazen adını da koyamamışızdır ne hissettiğimizin. Ya ne hissettiğimizi anlayamamış ya da kendimize dahi açıklayabilmekten aciz kalmışızdır. Ne olursa olsun hissettiğimizin ortak adı olmuştur duygu.
Duygu, beynimizde oluşan ancak yüreğimizde hissettiğimizdir: doğumdan ölüme...
Öyle an gelir ki; sevdiğimizden korkarız. Sevdiğimizi bekleriz uzak yoldan umutla, coşkuyla. Kara haberinden korkarız görene kadar. Sevgi, korku sevinç karışır birbirine. Karışır kafamız karışır içimiz.
Öyle olur ki; umudumuzdan korkarız. Çalışırız kazanmak için bin bir türlü umutla ama kaybetmekten korkarız. Karışır kafamız karışır bildiklerimiz.
Bazen de korktuğumuzu isteriz. Severiz, beğeniriz, arzu eder isteriz tutkuyla. Korkarız ama elde edince ne olacağından. Aşık oluruz kırmaktan korkarız. Giderek kararsızlaşır, güvensizleşir kaybetmekten korkarız. Hata yapmaktan çekiniriz. Derken hata yapar korktuğumuz her şeyle bir anda yüzleşiveririz. Üzülürüz.
Bazen de tersi olur korkmadan fütursuzca arzularız. Üzerine çullanır boğarak almaya kalkarız. İstediğimiz kaçtıkça kovalar daha da hırslanırız. Sonra da hayal kırıklığı. Üzülürüz.
Fransız düşünür Bernard Show diyor ki; İki tür hayal kırıklığı vardır. Biri istediğini elde edememenin yarattığı diğeri istediğini elde ettiğinde yaşadığın... İkincisinin kimsenin başına gelmesini arzu etmem.
"AŞK" Ne Bekler ?..
Aşkın beklentileri çok fazladır. Yaramaz küçük bir çocuktur aşk. Sürekli ister, istediğini alamayınca küser. Gönlünü alırsınız, istemeye devam eder. Bir yandan sizi yorsa da diğer yandan onun yüzünde gördüğünüz gülümseme sizin de mutlu olmanıza neden olur.
Aşk sadece sevdiğini söylemeyi değil sevildiğini görmeyi de ister. "Seni seviyorum" sözü herkesi mutlu eder. Sözlerle söylenen davranışlar da görülmeyince aşka inanmak zorlaşır. "Sözle sınırlanmayan aşk, zaman ve emek ister" Aşık olan kişiler zamanlarını sevdikleriyle geçirmek isterler.
Develer nasıl çölde hörgüçlerindeki suyla yaşarlarsa, aşıklar da bir aradayken yaşadıkları heyecan ve mutluluğu depo ederler ve ayrıyken o anları yakıt olarak kullanırlar. Bu nedenle uzun süreli ayrılıklar aşıkları mutsuz eder. Zaman paylaşımları arttırdığı için duyguların yoğunluğunu da arttırır. Zaman içinde insanlar birbirini tanır ve tanıdıkça da kabullenir.
Aşk tolerans bekler
Aşk bencilliği kabul etmez. Kendimizin yaşamak istedikleri yanında karşımızdakinin istekleri olduğunu göz ardı etmez. Kendi doğrularının kesin ve net olduğu konusunda ısrarcı olmaz. İnatlaşmaz.
Aşk saygı bekler
Kaba, sert davranışlar, dayaklar ve küfürler bir süre sonra aşkın önüne geçer. Güzel duygular görünmez olur. Söylenen sözler, bağrışmalar aşk sözcüklerinin yerini alır. Ayrılıp barışmalarla devam eder. Ayrılıp, barışmalar, ayrılıp barışmalar ve ayrılıklar...
Aşk sorumluluk bekler
Aşk sevdiğine zaman ayırmak, arayıp sormayı bekler. İlişkide karşısındakinin beklentilerine de dikkate alarak davranmayı ister. Söylenenlerin yapıldığını da görmek ister. Sorumluluk karşısındaki mutlu etmek için çabalamayı, aldatmamayı içerir.
Aşk güven bekler
Karşısındakine inanmak ister. Söyledikleri ile yaptıklarının paralel olmasını, yalan söylememeyi bekler. Zor zamanlarında sevdiğinin yanında olmasını ve ona destek olmasını ister.
Sevginin İfadesi
Sevginin herkesçe farklılaşan bir ifade biçimi vardır. Bir insana aşkımızı anlatmak için mutlaka ona şiirler yazmamız, herkesin içerisinde 'seni seviyorum' dememiz gerekmez. Duygusal paylaşım için uzun uzun konuşmak da şart değildir. Sıcak bir tebessüm, birkaç güzel söz onlarca kelimenin anlatamadığını anlatır. İki tarafında en büyük ihtiyacı olan aşk, anlamlı bir bakışla bile karşımızdaki insanda yerini bulacaktır. Hattâ bu bağlılığını beden diliyle ifade eden aşıkların aşkının daha gerçekçi olduğunu söylemek dahi mümkündür. Çünkü birbirini gerçekten seven iki kişi hiç konuşmadan saatlerce bakışabilirler. Bulundukları mekânda o kadar yakın otururlar ki; vücut diliyle 'aramıza kimse girmesin' mesajını verirler. Bu, kadını ve erkeği rahatlatan bir sevgidir.
Sevgi, kalemdeki mürekkep gibidir. Mürekkebin varlığını anlamak için yazmak kâfidir. Kalemin içini açıp baktığın zaman da mürekkebi görürsün ama kaleme zarar verirsin. İşte bunun gibi kadında erkeğin sevgisini kendisi için yaptığı fedakârlıktan anlayabilir. 'Eşim beni seviyor mu?' diye kurcalayarak ilişkisine zarar vermek yerine erkeğin ona olan muamelesinden bir sonuca varabilir. Erkeğin sevgisini izhar etme yolu istirahatından fedakarlık edip kadının mutluluğu için bazı sıkıntılara katlanmasıdır. Fakat kadın sevildiğini sözle duyma konusunda ısrar ederse, erkeğin hisleri savunmaya geçer ve kadından uzaklaşır. Kişi sevildiğini muhatabının davranışlarından anlayamıyorsa bazı testler uygulayabilir. Ancak bu testler, karşıdaki insanın olumsuz duygularını ortaya çıkarmak için yapılmamalıdır. Erkeği kıskanıp, kızdırdıktan ve üstüne giderek en ağır sözleri söylettikten sonra 'düşündüğüm gibi bu adam beni sevmiyor' diyen kadın evliliğiyle kumar oynuyor demektir. Halbuki evlilik kumar oynanmayacak kadar ciddî bir iştir. Seven erkek zaten bellidir. Erkeğin eve zamanında gelmesi, evliliğinde mutlu bir atmosfer oluşturmak için çaba sarfetmesi, sevgisinin davranışlar aracılığıyla tezahürüdür. Kadının bu muameleden sevildiği hükmüne varması en tabii olanıdır.
Sevgi aynı zamanda psikolojide, psikolojik pain yani psikolojik ağrı denilen korkunun ilacıdır. Nasıl romatizma vücudumuzu kapladığı zaman her tarafımız ağrı çekerse, korku da bütün psikolojimizi etkileyen bir ağrıdır. Ancak sevgi öyle bir ateştir ki o yandığı zaman endişe yok olur.
Korkunun yerini alan güven duygusu beyindeki stres hormonu salgısını azaltır ve mutluluk artar.
Beynin her hisle ilgili kimyasal bileşimi vardır. Kişi hangi duyguyu yaşıyorsa beyninde ona bağlı salınımlar olur. Aşık olmak sarhoş edici bir duygudur. Aşkın kimyası üzerine yapılan araştırmalarda, aşk esnasında beyinde keyif verici, gevşetici, vücuttaki ağrıları giderici, morfin benzeri bir madde salgılandığı tespit edilmiştir. Tabii bu insanın sevgi ve mutlulukla ilgili zihnî melekelerini harekete geçirmesiyle mümkündür. Ayrıca böyle bir beceriyi kazanmak isteyen kimsenin elinde doğru ölçüler olması şarttır. Eğer bir insan aşkı iyi tanımış ve sevgi yatırımını doğru kanala yapmışsa, bağlandığı kimse ya da sevdiği şey elinden alınsa bile bu muhabbetini onun hatırasına saygı duyarak devam ettirebilir. Neticede de uzun vadeli bir aşk ortaya çıkar. Bu konudaki en önemli örnek, Hz. Mevlâna'dır. Ölüme 'düğün gecesi, vuslat' diyen Mevlâna, yaklaşık bin sene önce yaşadığı halde aşkının oluşturduğu çekim gücüyle sevilmeye devam ediyor. Onun söylediğine benzer fikirleri başka filozoflarda söylemesine rağmen, Rumî'deki ilahî aşk bir kara delik gibi onu cazibe merkezi kılmayı sürdürüyor. Üstelik yaşadığı hakiki aşkı kendisine bağlanan insanlara da tattırarak, güçlü bir frekans oluşturuyor.
Sevgi, olgunlaştırılması gereken ham duygulardan birisidir ve değişkendir. Sevgi de eli açık davranmak ve bunu sevdiğine cömertçe dağıtmak nitelikli bir ilişkiyle mümkündür. Ciğerlerini geliştiren bir yüzücünün iyi yüzmesi ya da kaslarını çalıştıran bir sporcunun hızlı koşması gibi aşıkta sevgisini renklendirip, yenilediğinde sevdiği kimseyle kalitesi ispatlanmış bir münasebet kurar. Sevginin devamı için yapılacak uzun soluklu bir yatırım, ilişkinin ileride karşılaşacağı badireleri kolaylıkla atlatmasına yardımcı olur.
Sevginin Ölçüsü
İnsan sevgisini belli bir ölçüde tutup, akıllıca yürütüyorsa bu hem kendisi hem de sevdiği için avantajdır. Ama sevgisiyle karşı tarafı boğuyorsa bir müddet sonra 'olmaz olsun böyle sevgi' sözlerini duyacaktır. Bu sebeple sevgideki başarı, dengeden geçmektedir.
Fakat sevgisiz geçen bir ömür, çok yazık edilmiş bir ömürdür. İnsan hayatının anlamsızlaşması demektir. Kişi sevdiğinin yanında olduğu zaman kendini güvende hisseder. Ondan aldığı destekle zorluklara dayanma gücü artar. İki gözle bakan kişi, bir anda dört gözle bakmaya başlar. Birinin göremediğini öbürü görür. Sevenler birbirleri adına düşünür ve kaygılanırlar. Bu tarzda yaşanan sevgi bolluğunun hiçbir sakıncası olmaz çünkü iki tarafta sevgiyi kullanmayı biliyordur. Böyle bir evlilik iki kişinin beraber yaşaması değil, birbirlerini tamamlaması demektir.
Fakat sevgisiz geçen bir ömür, çok yazık edilmiş bir ömürdür. İnsan hayatının anlamsızlaşması demektir. Kişi sevdiğinin yanında olduğu zaman kendini güvende hisseder. Ondan aldığı destekle zorluklara dayanma gücü artar. İki gözle bakan kişi, bir anda dört gözle bakmaya başlar. Birinin göremediğini öbürü görür. Sevenler birbirleri adına düşünür ve kaygılanırlar. Bu tarzda yaşanan sevgi bolluğunun hiçbir sakıncası olmaz çünkü iki tarafta sevgiyi kullanmayı biliyordur. Böyle bir evlilik iki kişinin beraber yaşaması değil, birbirlerini tamamlaması demektir.
Sevginin genetik Yönü
Sevgi genetik bir eğilimdir. Beynimizde duygulardan sorumlu alan zenginleştikçe bu his de gelişip, aşka dönüşür. Kadını erkeğe, erkeği kadına yönlendiren bu meyil yani aşk olmazsa, iki cins birbirine katlanması gerektiği zaman bunu yapamaz. Aşkta ideal olan sadakate dayalı, sevgi, saygı ve güven bağlarıyla sarmalanmış bir ilişkidir. Bu ilişkinin iyi olduğu kadar fırtınalı ve zor geçen günleri de olacaktır. Ancak sevginin gücü bu zorlukları aşmaya yeter.
Beynin sevgiyle ilgili bölümü, çocukluğun ilk dört yılında gelişir. Bu sebeple anne çocuk arasındaki ilk dört senelik ilişki son derece önemlidir. Çocuğun bir bakış yada dokunuşla bile olsa sevildiğini hissetmesi, bu alandaki hislerinin inkişafına yardımcı olur. Hayatının ilk zamanlarında sevgi görmeyen çocuk kendisini güvende hissetmeyecek ve beyin büyüme hormonu salgılamayacaktır. Büyümesi yavaşlayan çocuğun fizikî gelişimi de zayıflayacaktır. Meselâ, Batıda bebek kutularına koyulan, bizde ise cami önlerine bırakılan çocuklar vardır. Bu çocuklara yuvalarda çok iyi fiziksel imkânlarla bakılmasına rağmen sık sık bakıcı değiştirdikleri için insanlarla teke tek, kararlı ve tutarlı iletişim kurmakta zorlanırlar. Yeterince sevgi alamayan çocuk, temel güven duygusunda eksiklik olduğu için dış dünyaya kapanır. İçe kapanıklık başta anne yoksunluğundan kaynaklanan bir protesto dönemiyle başlar. Çocuk bu safhada yanına yaklaşan her şeye ağlar. Daha sonra içe kapanma dönemi yaşar, dünyadan kopar ve adeta otistik bir hayatın içine girer. Bunun belirtileri, okuma yazmayı öğrenemeyen, hayattan kopuk davranışlar sergilemesidir. Anne yoksunluğu yaşayan çocukların bir kısmında beyin büyüme hormonu salgılayamaz. Çünkü sevgi, beynin nörofizyolojik ihtiyacıdır. Çocuk yuvalarında 'hospitalization - Yuva Hastalığı' şeklinde adlandırılan bir hastalık vardır. Bu sendromun gözlendiği çocuk çok sık rahatsızlanır ve ani ölümler yaşanır. Yuva hastalığını engellemenin yolu, bir enerji olarak çocuğun sevgiye olan ihtiyacı mutlaka karşılanmaktır.
Kadın beyninde duygusal alanlar gelişkin olduğundan sevgi ihtiyacı erkeğe nazaran birkaç misli daha fazladır. Erkeğin ihtiyacı bir ise, kadının üç, dörttür. Ancak erkekler kadınları kendileri ile kıyasladıklarından onların bu taleplerini anlayamamaktadırlar. İşte cinsler arası ilişkilerde en sık rastladığımız sorun da budur: Yani erkeklerin sevgilerini ifade etmemeleri sonucu kadınların sevilmedikleri hissini fazla yaşamalarından kaynaklanan problemler. Erkek 'Zaten seni seviyorum. Bunu yıldızlı laflarla söylemeye ne gerek var?' diye düşünürken, kadın sevilmediğini hissettiğinde erkeği çekmek için daha fazla sevgi verir. Böylece geri dönüşü olan bir yatırım yapar. Ama erkeklerin çoğu verilen bu sevgiyi israf eder ve maalesef değerini de bilmez. Bu durumu tarlaya buğday ekmeye benzetebiliriz. Ekilen darının bir avucu kuşlar, bir avucu toprak ve ancak bir avucu buğday içindir. Bu misaldeki gibi bir bakış açısı kadının mutsuzluğunu önler. Yani sevgi verirken üç koyan kadın erkekten bir beklerse hayal kırıklığına uğramamış olur. Zira erkekler kadınlara nispeten duygusal bakımdan kör ve sağır sayılabilirler. Böyle bir insan karşı tarafın hissîyatını anlayamadığı için sevgi ilişkisi kurmakta zorlanır. Yapılması gereken gönül işlerinde erkeklerin gözlerini ve kulaklarını açmaktır.
Aşka Zarar Veren Şeyler
Feminizm, kadın erkek ilişkisini savaş alanına dönüştürdüğü için aşka zarar vermiştir. 1960'lardan sonra Amerika'da yaygınlaşan ve bütün dünyayı kaplayan bu akım bilhassa çağımızda kendisine pek çok taraftar topladı. Feminizm, kadının özgürleşmesini savunmuş, fakat özgürleşme uğruna neleri kurban edeceğini hesaba katmamıştır. Bu süreçte pek çok evlilik zarar görmüştür. Kadın sosyal hak ve hürriyetler konusunda özgür olmalı ama bunu evliliğini feda etmeden yapmalıdır. Feminizm öncesi psikiyatri ofislerine gelen çiftler şöyle bir tablo sergiliyorlardı: Yaşı elliye yaklaşmış, maddî kazancı artmış, 'eşime karşı bir şey hissetmiyorum. Dünyaya bir defa geldim, bari canımın istediği kişiyle yaşayayım' diye düşünen, karısından boşanmaya hazır bir erkek ve bu durumun çaresizliğiyle kıvranan, ağlayan gözlerle psikiyatrdan medet uman bir kadın. Feminizm etkisi taşımayan ailelerde bu tablo hâlâ sürmektedir. Ancak feminist akımın kuvvetli estiği hanelerde durum tersine dönmüş ve kadın da hayatında değişiklik yapmaya karar vermiştir. Duyarsız, otoriter bir erkekle karşılaşan kadın erkeğin cinsel isteğini bir görev gibi yapmaktan bıkarak, 'Bu adam beni sıkmaya başladı' dedi. Eğer ekonomik anlamda kocasına bağımlılığı yoksa yuvayı daha kolay terk edebileceğini düşündü. Tabii bunun faturasını da çocuklar ödediler ve ödemeye de devam ediyorlar. Günümüzde özgür olmak için yalvaran erkek ve değişim isteyen kadın modelleriyle karşı karşıyayız. Bu tabloyu sağlayan şey, Feminist hareketin ortaya çıkış noktasından saparak bir nevi erkekten nefret etmeye dönüşmesidir. Bununla beraber Feminizmin, kadındaki romansı yani aşık olma duygusunu yok ettiğini de söyleyebiliriz. Kadına 'erkeğe sadece cinsellik için ihtiyacın var, onun dışında kimseye bağımlı olmadan dilediğin gibi yaşayabilirsin' mesajını verdiği için nikâh karşıtı akımlar ortaya çıktı. Kadın ve erkeğin birbirleri için var olduğu gerçeği feminizmin etkisiyle maalesef unutuldu.
Aşkın Önüne Takılan Engeller
İnsanın aşkla ilgili karşılaştığı en büyük sorun, yaşadığı aşkı devam ettirememesidir. Bilhassa çok kolay aşık olan genç kızlar aşkın arızalarını bilip, onları tamir edemedikleri için ziyan olabilirler. Aşk, deneme yanılma yöntemi ile sürdürülebilecek bir olgu değildir. Hayat tecrübesi olan büyüklerin aşkın karşılaşılması muhtemel krizlerinde nasıl davranmaları gerektiğini gençlere öğretmeleri, onların daha az hatayla ilişki yaşamalarını sağlayacaktır. Böylece gençler aşkı ders alacakları bir tecrübeye dönüştüreceklerdir.
Aşkın önüne takılan diğer büyük engel ise, karşıdaki insandan kabiliyetinin üstünde fedakârlıklar beklemektir. İnsanın sevdiğinden kendisi için özveride bulunmasını istemesi son derece doğaldır. Ama bu talebin sınırlı ve mantık süzgecinden geçmiş olması şartıyla. Kişi sevdiğinin şahsiyetinden ve insanî ilişkilerinden vazgeçmesini istiyor, 'herkesi unut, sadece beni düşün ve benimle yaşa' diyorsa hayal kırıklığına uğraması kaçınılmazdır. Seven kimse bunları bir müddet rahatlıkla yapar ama daha sonra hayatın acı gerçekleriyle yüzleşir. Beklentilerin eskisi gibi cevaplanmadığı bu süreç, hastalığa tutulmuş bir ilişkinin ilk sinyallerini verir. Bir müddet sonra gerçeğin soğuk yüzü ile burun burna gelen taraflar 'aşk karın doyurmuyormuş' demeye başlarlar. Aşkla filizlenen bir ilişkinin bu riskleri yaşamaması ve kalıcı olması için mutlaka düşünce ile yoğrulması lazımdır.
Aşkın Tuzakları
Aşkın tuzakları olduğunu, çok tutkulu aşıkların dahi birbirlerini öldürmeye kalkışmalarından görebiliriz. Aşk tanımını tekrar hatırlarsak, aşk: bir insanın diğer bir insan içinde kaybolmasıdır. Yani kişinin egosunu bir başka insanın ego havuzu içine atarak eritmesidir. Ancak gerçekçi olmayan aşklarda, seven benliğini sevilende erittikten bir süre sonra ona düşmanlık da besleyebilir. Bu problemin kaynağı, aşık olan kişinin karşısındakini değil, idealize ettiği bir kimliği yani zihninde tasarladığı 'Onu' sevmesidir. Fakat sevdiği ile yakınlaştığında, onun idealindeki insan olmadığını görerek hayal kırıklığına uğramaktadır ki, sonuçta nefret yaşanabilir. Delicesine büyük bir sevdayla başlayan aşkın bir süre sonra buhar olup uçmasının sebebi, aşığın her şeye pembe gözlükle bakmasıdır. Oysa gerçekçi tarzda yaşanan aşk, çiftin engelleri beraber aşıp, ilişkinin derinlik kazanmasıyla devam eder ve yok olma tehlikesiyle de karşılamaz.
Aşkın tuzaklarından birisi aşk nezlesidir. Tıpkı mide ya da burun nezlesi gibi. Aşk nezlesi, varolan bir ilişkiye başka tehlikeli ilişkiler karıştırmak demektir. Aşk nezlesi insanı kısıtlar, huzursuz eder ve yakınlarına rahatsızlık verir. Gribin diğer insanlara zarar vermesi gibi. Aşkı nezleden kurtarmanın yolu, onu tehlikeye sokacak şeyler yapmamaktır.
Aşk ve Cinsellik
Aşkın üç sacayağı vardır. Bunlar dış görünüş, ruhî olgunluk ve cinselliktir. Fakat bu üç unsurdan hiçbirisi aşk için tek başına yetmez, ancak beraber olduğu zaman birbirini tamamlar. Çok güzel bir insanın sakat birisine aşık olması akıl yürütme yöntemleriyle açıklanamasa da bağlılık ve mutluluğun getirdiği kaliteli bir beraberlik yaşanabilir. Kadın erkek ilişkisinde dış görünüşün önemi % 20 oranındadır. Geri kalanı iç güzellikle alâkalıdır. Dikkat çekici bir fizikî güzellik, aşk için yeterli değildir. Önemli olan içteki niteliklerin dışa doğru şekilde yansımasıdır. Meselâ, fiziken çok güzel bir kadın oturmasını, kalkmasını, giyinmesini, kendine bakmasını bilmez; buna mukabil ortalama güzelliğe sahip bir başka kadın, çok dengeli bir biçimde bunları yaparsa diğerinden daha fazla beğenilebilir. Bu beğeniyi sağlayan şey zihinsel güzellik, kişinin kendine olan güveni ve kusurlarını cesaretle karşılayabilmesidir. Bunları yapabilen kadın çok güzel olmasa da sevimli ve alımlı demektir.
Cinsel uyarılma kadında dokunma ile, erkekte görsel unsurlarla ortaya çıkar. Bu genetik eğilim sebebiyle erkek kadının dış görünüşüyle çok ilgilenir. Erkek iyi bir fiziksel temas sayesinde kadını cinsel açısından etkileyebilir. Kadının cinsellik uyarısı, beyninin duygusal yönünün harekete geçmesiyle mümkündür. O da sevgiyle söylenmiş güzel sözcüklerle olabilir.
Aşkın Yaşı
Aşkın yaşı yoktur. Bir insan seksen yaşına dahi gelse iyi bir âşık olabilir. Yalnız bu aşkın hormonal yönünden ziyade duyguların ağır bastığı bir boyutu olacaktır. Çünkü ilerleyen yaşlarda aşkın biyolojik yönü ve bununla beraber gelen cinsel beraberlik ikinci plâna düşer, ruhların uyuşması öne çıkar. Ancak ihtiyarlık, fiziksel temasa engel değildir. İleri yaştaki bir kimsenin sevdiği insanda mutluluk kimyasalını salgılatabilmesi -tıpkı gençlerde olduğu gibi- karşılıklı güzel sözlerin söylenmesi, duygusal çağrışımların harekete geçirilmesiyle mümkün olabilir. Eşinin ölümünden kısa zaman sonra kendisi de ölen pekçok insan duymuşuzdur. Her ne kadar çiftlerin birbirine alışma ve bağımlılık boyutu da olsa kısa aralıklarla gerçekleşen bu ölüm, iki kişinin karşılık bulmuş aşkının tezahürüdür. Alzheimer hastası olup da kendini tanıyamayan, tuvaletini dahi tutamayan eşine, küçük bir çocuğa bakar gibi bakan aşıklar olduğunu bu konudaki uzmanlık tecrübelerim neticesinde biliyorum. Böylesine seven insan, bu fedakârlığı da büyük bir zevkle yapmaktadırlar. İnsanın vefalı bir hayat arkadaşının olması kadar mutluluk verici başka birşey yoktur. Seven kimse, sevdiği kişi öldüğünde kolu, bacağı kopmuş gibi hisseder kendisini. İşte gerçek aşk budur. O sebeple ileri yaşlarda varlık bulan aşk, gençlik dönemlerine göre daha kaliteli, psikolojik ihtiyaca daha fazla cevap verir tarzdadır.
Aşkın Kimyası - Coğrafyası ve Matematiği
Aşkın Kimyası
'Aşkın Kimyası' kavramı insanlara ilaç verilerek onlarda romantik duyguları uyandırmak yada tam tersine bir ilaçla bu duygusal eğilimlerin yok edilebileceğini anlatmak için kullanılan bir kavramdır. Burada akla şöyle bir soru gelebilir: Aşkın ilaçlarla yönlendirilmesi, tıbbın insan duygularına bir müdahalesi değil midir? Evet, duygusal bir müdahaledir ve bilimsel etik açısından da ciddî bir tartışma konusudur. Kimyasal silah diye nitelendirdiğimiz bu ilaçların doğru şekilde kullanılması gerekir. Aksi halde bu ilaçları kullanan hasta sonradan çok pişman olacağı birine aşık olabilir. Bilhassa antidepresan etkisi olan ilaçlar, beyinde manik uyarılmaya ve mutlulukla ilgili alanların fazla çalışmasına sebep olabilir. Neticede evli olduğu halde, ilaçların tesiriyle rastgele birine aşık olan kimse daha sonra ki bir tedaviyle normal haline dönebilir. Bu da gösteriyor ki; ilaçlarla yapay bir aşk oluşturulması mümkündür.
Aşkın Coğrafyası
Aşk edebiyatı belki kültürel yapı, belki kromozomal bir eğilim belki de sebebini tam olarak açıklanamayan bir gerekçeyle Akdeniz coğrafyasında dünyanın diğer bölgelerine nazaran daha fazla gelişmiştir. Kerem ile Aslı'lar, Leyla ile Mecnun'lar, Ferhat ile Şirin'ler bilinen örneklerden bazıları. Şu bir gerçek ki; büyük aşklar doğu dünyasında hep vardır. Buna mukabil Kuzey Avrupa gibi soğuk ülkelerde, soğuk insan özellikleri görüldüğü için buralarda aşkın yaşanması da, yazılması da doğu'ya oranla daha azdır. Tabii bunda kilisenin baskıcı tutumunu da göz ardı etmemek gerekiyor. Batı'da aşk kavramı daha ziyade Ortaçağda kilise baskısı kalktıktan sonra canlanmaya başlamıştır.
Kainattaki en zor şey, insanı çözümlemektir. Ademoğlunun analizi yalnız ilmî ölçeklerle yapılamaz. Bilimsel veriler geliştirerek bir standarda oturtsanız da, insanı çözümlemenin özel yetenekle yoğrulmuş bir sanat yönü vardır. Anlaşılması zaten güç olan insan, ilişkiler konusunda daha da müphemleşebilir. Meselâ, birbirine aşık iki kişi her zaman uyumlu bir ilişki yaşayamayabilirler. Kadınlar beraber yaşadıkları erkeklerin bir yandan olgun ve beyefendi olmasını isterken, diğer yandan da içlerinde yaramaz bir çocuk taşımasını beklerler. Bu konuda her iki tarafında birbirini anlama çabası, ilişkiyi sekteye uğratan empati sağırlığını giderecektir.
Aşkın Matematiği
Aşkı bir spektrum olarak sayı doğrusu üzerinde düşünürsek; 1, hoşlanma duygusu; 2, sevgi; 3, aşktır. Nötrden yani sıfır noktasından geriye doğru gidersek eğer bu sefer de; -1, antipati; -2, nefret; -3, düşmanlıktır. Sayı doğrusu üzerine yerleştirildiğinde artı ucun üst noktası aşk, eksi ucun üst noktası ise nefret olarak karşımıza çıkıyor. Sıfır noktası sevginin nötr derecesini ifade etmektedir. Sevginin derecesi ona yüklenen anlam ve değer ile değişir. Bu kapsamda sevgi, düşünceyle yoğrulduğunda mertebesi yükselir. Sevgi, nefretten başlayıp aşka dönüşebilir ve aslında insan nefret ettiği birine de aşık olabilir. Ya da aşık olduğu birisinden bir müddet sonra nefret edebilir. Bu da göstermektedir ki; sevgi değişken bir yapıdadır.
Nitelikli Aşkın Özellikleri
Nitelikli bir aşk yaşamanın kuralı, duyguları ürkütmemek ve acıtmamaktır. İnsanın içinden geldiği gibi davranması güzel şeydir ama; nazik olmak daha da güzeldir. Bu kişinin gelişmiş bir ruha sahip olduğunu gösterir. Sevdiğinin hislerini incitmemek kaygısıyla hareket eden, onun ruh halini anlamaya çalışan insan iyi bir aşıktır. Meselâ sevdiği adamın kaza yaptığını duyan bir kadın kazadan sağlam kurtulan ve durumu kendisine anlatan erkeğe, 'sen ne biçim adamsın! Hiç araba sürmeyi bilmiyorsun zaten' derse, onun yaşadıklarını anlamamış demektir. Kadının söylemesi gereken şey, 'Eyvah! Büyük bir tehlike atlattın. Nasıl oldu?' diye sormak ve onun yanında olduğunu erkeğe hissettirmektir. Bunu söylemeyen bir kadın karşısındaki erkeği ne kadar severse sevsin, yine de onu anlamamıştır. Varolan sevgi, bu manevî hasarı engelleyemez.
Gerçek Aşk
Hakiki aşk, romantik duyguların ön plâna çıktığı, ergenlikle birlikte başlar.
Aşkta Kadın Erkek Farkı
Aşk duygusu kadınlarda erkeklere nazaran daha güçlüdür ve kadınlar aşk kahramanıdırlar. Kadınlar kendilerine doğuştan verilmiş bu hususiyet sebebiyle bir çekim alanı oluştururlar ve bu çekim güçleriyle evliliklerini devam ettirirler. Evrimsel psikoloji açısından bakıldığında, türün devam edebilmesi için kadının cazibesi gerekir. İnsan neslinin devamında beynimize yazılan bu program işlemektedir.
Aşkta insana tesir eden ilk şey dış güzellik ve cinsel çekiciliktir. Fakat Sokrates'in söylediği gibi 'güzelliğin saltanatı kısa sürer'. Fizikî güzellik, ilk etkileme gücü olduğundan kısadır. Ondan sonra da iç güzelliğin saltanatı başlar. İç güzellik kapalı kutu gibidir. Katları açtıkça onu bilir ve bulursunuz. Ancak nazik davranmayıp duyguları incitirseniz aşk zarar görür. Kişinin aşktaki başarısı, kutudan çıkan özellikleri bozmamaya ve dağıtmamaya bağlıdır. Bundan sonra akıllıca sevmek, akıllıca vermek ve akıllıca almak gerekir. Bu da ancak insanoğlunun niteliklerini bilmesiyle gerçekleşir. Yalnız karşı tarafı tanımak için kendini tanımak esastır. Eğer karşımızdaki insanın vasıflarına, tanıma ve anlama gayesiyle bakarsak yeni yeni keşifler yapmak mümkün olacaktır. Çünkü insan ruhu engin bir deniz gibidir. Meselâ, Kızıldeniz'e girenler bilirler ki; denizin etrafı kupkuru çöl olmasına rağmen suya daldığınızda rengarenk bir dünya ile karşılaşırsınız. Dışardan görünmez ama; içerde mercanlar, balıklar, birbirinden farklı denizaltı yaratıkları vardır. İşte aşkta Kızıldeniz'de yüzmek gibidir. Yüzeyden baktığınızda görünmeyen bir dünya içine girdiğinizde bütün renkliliğiyle karşınıza çıkar. Aynı kişiyle yıllar süren, mutlu bir beraberliğin sırrı budur.
Aşktaki Başarı
Aşktaki başarı kişilikle bağlantılıdır. İnsan kapalı kutu gibidir. Biz onun dış görünüşüne bakarak, içinden bilgi almaya çalışırız. Bunun içinde biraz zaman geçmesi lâzımdır ki; kapalı kutu anlaşılabilsin. İnsanlar aşık oldukları kimsenin kişiliğini yeterince tanımadan, 'delicesine sevdim' diyorlar ama; aşık olunduğunda nasıl davranılacağını bilmiyorlar. İyi bir aşk için sevmek yetmez. Önemli olan onun kurallarını bilmek ve iyi yönetmektir.
Aşk, dünyayı döndürecek derece etkili bir güçtür. Bir motorun dönmesi için nasıl hareket gerekiyorsa, dünyanın dönmesi için de aşkın etkileyici gücü gerekmektedir. Ayrıca aşk, iyileştirici bir güce, büyüleyici bir etkiye sahiptir. İnsanlık tarihinde bazen otorite, bazen de halk tarafından toplumsal hayattan uzaklaştırılmış, yalnız bırakılmış bilgeler vardır. Fakat onların kimisinde ilahî, kimisinde insanî şekilde tezahür eden öyle bir aşk vardır ki; belli bir süre sonra insanları kendi etraflarına çekmişlerdir. Hz. Mevlâna bunun en güzel örneğidir. Yaşadığı aşk, Onu büyük bir cazibe merkezine dönüştürmüştür.
'Ben Doğru İnsan mıyım?..'
İnsanlar ilişkiye girerken yada ilişki isterken doğru insanı arama çabası içindedirler. Bu esnada 'Benim için doğru insan kimdir?' sorusunu sormalarına rağmen, 'Acaba ben doğru kişi miyim?' sorusunu sormazlar. Karşı tarafı kendi yapılarına uydurmaya, başlangıçta çizdikleri protipe münasip bir eş bulmaya çalışırılar. Halbuki insanın 'kendime uygun kişiyi arıyorum' derken, 'kendimi değiştirip, geliştirme çabasında mıyım?' sorusunu da sorması gerekiyor.
Evlilikte ve genel olarak kadın erkek ilişkilerinde rastladığımız en büyük problem, düşünce katılığıdır. Düşünce katılığı yaşayanlar yani inatçılar değişime kapalıdırlar. Böyle bir insan kendisini geliştirmemiş, bulunduğu yerde kalmıştır. Fakat ilerlemeye açık kişi, yerde gördüğü bir kağıt parçasından bile birşey öğrenir. Sabit fikirli olmakta ısrar eden, 'Ben yeterliyim, ben oldum' diye düşünen bir insanın gelişimi farkındalık bilincinin oluşmasıyla mümkündür. 'İyi yönlerinin olduğu muhakkak ama; bazı taraflarının da değişime ihtiyacı var' diyerek önce gelişim gerçeğini kabullenmesini sağlamak bu hususta yapılabilecek en önemli noktadır. Evlendiğinde nasıl bir eş olacağı sorusunu kendine soran kişi, doğru ilişkinin ilk adımını da atmış demektir. Fakat böyle bir sorudan kaçıyorsa, karşı cinsle ilişkiye hazır değildir. Kendini mükemmel gören bir kimse, yalnız yaşamaya mahkumdur.
Aşkın Disiplini
Aşkın kendine ait bir disiplini vardır. İnsanın aşk hakkında bilgilenmesi, 'aşk nedir, nasıl aşık olunur?' gibi soruların cevabını bulması gerekir. Çünkü aşk vahşi bir ormanda gezmeye benzer. Kaliteli bir yolculuk için bilgi ve donanım gerekir. İnsan ormandan ancak hazırlıklı olduğu taktirde zevk alıp, iyi vakit geçirebilir. 'Ormanı seviyorum ve bir süre orada yaşamak istiyorum' diye tedbirsiz bir yola çıkış, bizi baş edemeyeceğimiz tehlikelerle karşı karşıya getirerek, mahvedebilir. Oysa aşk konusunda edinilen bilgi yaşanan sorunları kazanca çevirmemizi sağlayacaktır. Aşklarını uzun yıllar devam ettiren çiftler, fırtınalı dönemler yaşasalar da gemiyi terk etmemiş ve bağlılıklarından taviz vermeden beraberliklerini sürdürmüşlerdir. Bu da ancak ilişkiye emek vermekle mümkündür. Bir insandan 'otuz, kırk senedir aynı kişiye aşığım' sözünü duymak çiftlerin birbirlerini mutlu etme çabalarının sonucudur. Uzun süre devam eden aşklarda iyi niyet ve sevgi azalsa bile hiçbir zaman kaybolmamıştır. Çiftler, aşk ateşi sönmeye yüz tuttuğunda onu tekrar nasıl alevlendirecekleri konusunda çözüm aramış ve problemi ortadan kaldırmışlardır. Zamanla ilişkilerin heyecanını kaybedip, insanların birbirlerinden sıkıldıkları da olabilir elbet. Bunun sebebi, birlikteliklerine ayırdıkları zamanın, enerjinin, ilginin azalmasıdır. Bir erkek 'eşimden sıkılıyorum' diyorsa ilgisi işe, aynı şeyi kadın söylüyorsa, ilgisi çocuğuna yada ev işine yönelmiştir. Ancak bu kalıcı bir durum değildir. Çiftler, karşılıklı olarak ilgilerinin azaldığını farkediyorlarsa, sevdikleri insanı hoşnut etmeye çalıştıklarında aşk ateşi yeniden alevlenir. Pek çok ilişki ve evlilik bu gayret gösterilmediği için bozuluyor.
Aşkın Ömrü
Aşk, 1,5 – 3 sene arasında değişen bir ömre sahiptir. Ondan sonra buhar olup uçar. Süreç sevgi ve aşkla başlar ama; mantıkla devam eder. Mantık içermeyen aşk, bir müddet sonra yok olmaya mahkûmdur.
Aşk, uzun bir yolculuğa çıkmak yada yanan bir ateşi seyretmek gibidir. İnsan ateşe şevkle bakar fakat onu canlı tutmak için çabalaması gerekir. Ateş yanarken arada bir sönmeye yüz tutsa da gereken bakım ve ilgiyi gördüğünde tekrar alevlenir. Aşkın kısa sürmesinin sebebi, aşıkların aşk ateşinin içine atlayıp, yanmak gerektiğini düşünmeleridir. Halbuki aşk, yönetilmesi icap eden bir ateştir. Ateşe dışardan takviye yapmak, onun ısı ve enerjisinden faydalanmayı sağlar. Âşıklar, birlikte alevlendirdikleri ateşi izleyerek mutlu olurlar. Fakat mantıksız bir biçimde alevlerin içine dalmak, onu iki sene de sönen bir kül yığınına çevirir. Yani aşk; sebep değil, iyi bir ilişkinin sonucudur.
Burada akla şöyle bir soru gelebilir: Aşk bir sonuç ise, başlangıçta yaşanan nedir? Aşk merdiveninin ilk basamağında kadın ve erkek arasında cazibe meydana gelir. Birbirinin çekim alanına giren iki kişi, birbirlerinden hoşlanırlar. Eğer bu yakınlık iyi bir ilişkiye dönüşürse, aşka kapı aralanır. Aşkın oluşmasında başlangıç itibariyle tarafların birbirinden nefret etmemesi yeterlidir. Tarafların birbirleri hakkında ciddi boyutlarda olumsuz değerlendirmeleri yoksa ve iyi bir ilişki yaşanıyorsa, bu aşkı filizlendirebilir. Fakat her ilişki aşkla başlamak zorunda değildir. Önemli olan iki kişinin birbirini tanımasıdır.
Aşk Nedir ?..
Prens Charles ile Lady Diana evlenirken, gazeteciler 'birbirinize aşık mısınız?' diye sorduklarında onlar 'aşk ne demekse biz oyuz' dediler. Bu cevap üzerine gazeteciler, 'aşkın ne olduğunu bilmiyorlar' diye yazarak, yeni evli çiftle dalga geçtiler. Biraz politik bir cevap olmakla beraber Prens Charles'in söylediği, doğruydu. Yani aşktan ne anlıyorsanız aşk,odur.
Aşk, yüzyıllardan beri sadece duygularla yaşandığı farz edilerek, filozoflar ve şairler tarafından tarif edilmiş, bilim adamları aşkın tarifiyle uğraşmamıştır. Çünkü bilim denilince insanların aklına analitik, soğuk, ciddi, sebep-sonuç ilişkilerine dayanan bir şey gelir. Fakat aşkın anlaşılmasında son 30-40 yılın, bilimsel analizleri ciddî bir yardımcı olmuştur. Atomdaki nötronla proton arasındaki çekim gücü, kadınla erkeğin ilişkisi, liseli aşıkların yaşadıkları duygu seli, yada Yaratıcı'ya olan bağlılık. Bunların hepsi aşk tanımı içinde açıklanmaktadır. Aşk, gerçekten hepsini kucaklayacak kadar geniş bir şemsiye midir?
Aşk, sevginin tutkulu ve derinlikli biçimidir. Aşkı sevgiden ayıran en önemli üç özellik, sadakat, bağlılık ve şefkattir. Sevdiğine delice bir tutkuyla bağlanan âşık onun için kendi çıkarını terk eden kişidir. Aşık olan kişide muhakeme ikinci plana düşmüş, öncelik duyguların olmuştur.
Aşk aynı zamanda gerçeklerin dışına çıkmış, hayal dünyasında yaşanan romantik bir duygudur. Aşktan anlaşılan şey romanstır. Güzel bir aşk yaşamak için romansı mahveden ve artıran şeylerin iyi bir sentezi gerekir.
Hoşlanma, Sevgi ve Aşk Arasındaki Farklar
Hoşlanmadan anlaşılan şey, tarafların algılamalarındaki benzerliktir. İnsan hoşlandığı kişi hakkında olumlu değerlendirmelerde bulunur ve hoşlanan iki insan arasında karşılıklı güven sözkonusudur.
Sevgi ise şemsiye bir tanımdır. Hoşlanmayı da içinde barındırmakla birlikte sevginin karakteristik özelliği bağlılıktır. Sevgi; ilahî sevgi, insanî sevgi, erotik sevgi diye farklı gruplara ayrılabilir. İnsanın olgun özelliklere, güçsüz ve zayıf insanlara, hayvanlara olan sevgisi bu alt grupları oluşturur.
Aşk, sevginin tutkulu ve derin biçimidir. Aşkın en önemli özellikleri; sadakat, bağlılık ve şefkattir. Bu üç hususiyet, aşk ile sevgi arasındaki farkı gösterir. Âşık olan kişide önceliği duygular almış ve muhakeme ikinci plâna düşmüştür. İhtirasla seven kişilere 'delicesine âşık' denilmesinin sebebi de budur. Âşık, sevdiği için kendi çıkarını terk eden kişidir.
Aşkta hoşlanma ve sevgide yaşanandan farklı olarak şefkat vardır. Genel olarak aynı doğru üzerinde bulunduğu düşünülse de sevgi ile şefkat birbirinden ayrı şeylerdir. Bir insanın aşık olup olmadığı onun şefkatine bakarak anlaşılabilir. Ayrıca şefkat, karşılık beklemez ve şarta bağlı değildir. Şefkat hisseden kişi aşık olduğu insanı ne pahasına olursa olsun mesut etmek ister.
Âşık, 'Onu mutlu etmeliyim' düşüncesiyle hareket eden, sevdiğine karşı her türlü fedakarlığa hazır insandır. Hakiki aşk, tanımlanarak yaşanan aşktır. Aşk, samimiyet ve içtenlik taşıyan bir histir. Âşık, 'sevdiğime bütün sırlarımı anlatabilirim ve o hayatımdaki en özel kişidir' diye düşünür. Ayrıca aşkta mantığın ikinci plânda olduğu, tutkunun yaşandığı bir boyut vardır.
Aşk ile bağlılık arasında da yakın bir ilişkiden sözedilebilir fakat her aşk bağlılık, her bağlılık da aşk demek değildir. Bazı insanlar birbirlerine bağlı olduklarını zannetseler de onları bir arada tutan, ortak menfaatleridir. Çıkar ortadan kalktığında sevgi ve aşkta uçar. Menfaat özellikle mecazî sevgilerde görülür. Meselâ, bir insanı fizikî güzelliği için seven kimse, güzellik ortadan kalkınca sevmekten vazgeçer. Oysa gerçek aşkta karşıdaki insanın kimliğini sevme duygusu hâkimdir. Bir kimse sevdiği kimse için 'onunla beraber olmadığımda mutlu değilim' diye düşünüyorsa bu aşktan kaynaklanan bağlılıktır. Ama vatanî görev gibi mecburen hissedilen bağlılıklar da vardır. Kadın erkeğe, erkek kadına sadıktır lâkin; sevmez ve öfkelene öfkelene bağlıdır. Pek çok evlilikte olduğu gibi itaat vardır ancak bu, askerî görevden kaynaklanan bir itaate benzer.
Burada zaman zaman bağlılıkla karıştırılan bağımlılık kavramını da açıklamakta fayda var: Bağlılıkta kişi sevdiği insan tarafından psikolojik ihtiyaçları karşılandığı için tatmin duygusu yaşar. Oysa bağımlılık çıkar ilişkisidir. Tıpkı başka şansı olmadığı için oluşan şirket ortaklığı gibi.
Sevgi ise şemsiye bir tanımdır. Hoşlanmayı da içinde barındırmakla birlikte sevginin karakteristik özelliği bağlılıktır. Sevgi; ilahî sevgi, insanî sevgi, erotik sevgi diye farklı gruplara ayrılabilir. İnsanın olgun özelliklere, güçsüz ve zayıf insanlara, hayvanlara olan sevgisi bu alt grupları oluşturur.
Aşk, sevginin tutkulu ve derin biçimidir. Aşkın en önemli özellikleri; sadakat, bağlılık ve şefkattir. Bu üç hususiyet, aşk ile sevgi arasındaki farkı gösterir. Âşık olan kişide önceliği duygular almış ve muhakeme ikinci plâna düşmüştür. İhtirasla seven kişilere 'delicesine âşık' denilmesinin sebebi de budur. Âşık, sevdiği için kendi çıkarını terk eden kişidir.
Aşkta hoşlanma ve sevgide yaşanandan farklı olarak şefkat vardır. Genel olarak aynı doğru üzerinde bulunduğu düşünülse de sevgi ile şefkat birbirinden ayrı şeylerdir. Bir insanın aşık olup olmadığı onun şefkatine bakarak anlaşılabilir. Ayrıca şefkat, karşılık beklemez ve şarta bağlı değildir. Şefkat hisseden kişi aşık olduğu insanı ne pahasına olursa olsun mesut etmek ister.
Âşık, 'Onu mutlu etmeliyim' düşüncesiyle hareket eden, sevdiğine karşı her türlü fedakarlığa hazır insandır. Hakiki aşk, tanımlanarak yaşanan aşktır. Aşk, samimiyet ve içtenlik taşıyan bir histir. Âşık, 'sevdiğime bütün sırlarımı anlatabilirim ve o hayatımdaki en özel kişidir' diye düşünür. Ayrıca aşkta mantığın ikinci plânda olduğu, tutkunun yaşandığı bir boyut vardır.
Aşk ile bağlılık arasında da yakın bir ilişkiden sözedilebilir fakat her aşk bağlılık, her bağlılık da aşk demek değildir. Bazı insanlar birbirlerine bağlı olduklarını zannetseler de onları bir arada tutan, ortak menfaatleridir. Çıkar ortadan kalktığında sevgi ve aşkta uçar. Menfaat özellikle mecazî sevgilerde görülür. Meselâ, bir insanı fizikî güzelliği için seven kimse, güzellik ortadan kalkınca sevmekten vazgeçer. Oysa gerçek aşkta karşıdaki insanın kimliğini sevme duygusu hâkimdir. Bir kimse sevdiği kimse için 'onunla beraber olmadığımda mutlu değilim' diye düşünüyorsa bu aşktan kaynaklanan bağlılıktır. Ama vatanî görev gibi mecburen hissedilen bağlılıklar da vardır. Kadın erkeğe, erkek kadına sadıktır lâkin; sevmez ve öfkelene öfkelene bağlıdır. Pek çok evlilikte olduğu gibi itaat vardır ancak bu, askerî görevden kaynaklanan bir itaate benzer.
Burada zaman zaman bağlılıkla karıştırılan bağımlılık kavramını da açıklamakta fayda var: Bağlılıkta kişi sevdiği insan tarafından psikolojik ihtiyaçları karşılandığı için tatmin duygusu yaşar. Oysa bağımlılık çıkar ilişkisidir. Tıpkı başka şansı olmadığı için oluşan şirket ortaklığı gibi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)